ADD ANYTHING HERE OR JUST REMOVE IT…

Kökler

Tasarım dünyasının nev-i şahsına münhasır bir köşesinden merhaba! Bugün, modern tasarımın inceliklerine dair biraz muhabbete dalıp, Arne Jacobsen’in efsanevi eserlerinden başlayarak, zaman tünelinde keyifli bir yolculuk yapalım istiyorum.

Jacobsen’in 1954’te Radisson SAS Royal Hotel için tasarladığı EGG Chair ile başlayalım.

Görsel anlamda çok etkileyici bir ürün olmakla birlikte benim rahat bulmadığım bir koltuk olduğunu söylesem mi bilemedim. Rahatlık deyince, bir aralar pek meşhur olan Hyyge (Danca) veya Lagom (İsveççe) kelimeleri aklıma geliyor. Çok genel olarak “Duygusal Rahatlık” anlamına geldiğini düşündüğüm bu kelimeler galiba, kişinin kendisine iyi gelen, fakat belki kullanım açısından aksak tarafları olan bazı ürünlerin, ergonomik olarak doğru olmasa bile bir tür rahatlık sağlayabildiğini anlatıyor. Anlatabildiysem sanırım EGG böyle bir ürün olsa gerek. Prestij!

Benzer şekilde, SAS Royal Hotel için tasarlanan “Çatal Bıçak Seti”ni yorumlamak da bir hayli zor. Hala üretilip satılıyor olması, belki ürünün başarısı değil, pazarlamanın başarısıyla ilgili olabilir. Yani! Bence! Zamana göre değerlendirmek en doğru yaklaşım sanki… I. ve II. Dünya Savaşları. Yeni düşünceler, akımlar, denemeler…

Jacobsen’in hayatına bir göz atacak olursak, II. Dünya Savaşı sırasında yaşadığı zorluklar ve göç hikayesi, tasarımlarına belki de farklı bir bakış açısı kazandırmış olabilir. Savaş süresince Danimarka’daki Yahudi karşıtlığı nedeniyle İsveç’e göç etmek zorunda kalmış ve eşi Jonna ile birlikte tekstil ve duvar kâğıdı tasarımları yapmış.

Ama bu, Esat C. BAŞAK…

A. Jocopsen gerçek anlamda bir ürün tasarımcısı değil de yaptığı mekanlara özel işlere odaklandığı için olabilir, benim ilgi alanıma girmiyor aslında. Neden buradan mı başladım? En çok bilinen olduğu için…
İskandinav tasarımının köklerini, bildiğim kadarıyla amatörce yazayım bari. Bilgilerin referanslarını gösterme konusunda eksik kalırım muhtemelen ama zaten her şey internetten araştırınca çıkıyor.

Velhasıl, tasarım olayına, daha doğrusu modern tasarımının kökenlerine dair biraz amatörce bir yolculuk yapacak olursak, başlangıç noktamız İngiltere’de Sanat ve Zanaat Akımı (Arts and Crafts Movement) olabilir.

Ama aslında daha da eskiye gidip selam edelim dersek işin içinden çıkmak, benim için, pek mümkün olmaz. Eeen eski olarak bilinen mobilya parçasına dokunup devam edeyim.

Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenen bu masa iskeleti bilinen en eski mobilyalardan biri olarak kayıtlara geçmiş. Arts & Crafts Akımı’ndan başlamak işin doğrusu mu bilmiyorum ama kolayı… Ondan geriye gidince konu biraz derinleşip dağılıyor. Üstelik gerçekten konunun uzmanı olmayınca birbirleri arasındaki geçişleri anlamak, tanımlamak pek mümkün değil.

Klasik, Romantik, Neoklasik, Rokoko, Art Nouve… Aralarında geçişlerle birlikte günümüzde de devam eden bu tarz tasarımlara, belirli bir kültürel birikime sahip olanlar, muhtemelen bilmedikleri için olsa gerek, iyi bakmazlar. Oysa her bir akımın kendi içindeki tarihsel nedenleri öğrenip, mobilyalardaki ince, zarif detayların farkına vardıkça, hepsi ayrı güzel. Amma, öyle kötü örnekleri var ki, sevememekte de haklıyız doğrusu.

Geçmişi çok kısa geçmeyi tercih ediyorum, ama Arts &Crafts’ı da atlamadan önce neye bir tepki olarak ortaya çıktığını da çok yüzeysel olarak yazayım istedim. Sanayi Devrimi…

Buharın gücünden yararlanma, dikiş makinasının toplumsal etkisi falan gibi konulara girecek değilim. Temel konumuz mobilya.

Bu anlamda ilk mobilya kataloğu hakkında bilgi vermiş olayım. Bütün konular iç içe… Sanayi devrimi ile birlikte, matbaa ve her tür üretim tekniklerinin gelişmesi sayesinde, Thomas Chippendale, tarihte bilinen ilk mobilya kataloğunu bastırarak, müşterilerinin katalog seçimleri üzerinden sipariş vermesinin yolunu açmış, parayı da bulmuş. Lakin Jr. T. Chippendale yani oğlu ise yanlış kalmadıysa aklımda kısa süre sonra iflas bayrağını çekmiş.

Yıl 1754. Sonra da İKEA (1950) devrim yaptı diyoruz. Ha ama! Onun yaptığı devrim konusu ayrı gerçi. Başarı hikayesini tartışmanın da anlamı yok.
Velhasıl konuya dönelim, yahu Salah Birsel olsa ne güzel dile dökerdi bunları, ben yazınca sası, kuru bilgi oluyor. Neyse ya, devam edeyim olduğu gibi.

Arts & Crafts Hareketi’nin öncü ismi William Morris’in felsefesi üzerine düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Morris (1834-1896) çalışkan ve üretken kişiliği sayesinde kısa bir süre için olsa bile endüstri devriminin ve seri imalatın toplumsal fayda değil zarar getireceğini savunmuş.

İlk okuduğum zaman “Nasıl yani, ne demek istiyor?” demiştim. İşin kötüsü birebir aklımda kalmadığı gibi şöyle bir göz attım sağa sola, şuydu sanırım; “Nothing should be made by man’s labour which is not worth making, or which must be made by labour degrading to the makers.”

“İnsan emeği ile yapılan bir şey, ya yapmaya değer olmalıdır ya da üreticinin değerini düşüren bir emekle yapılmamalıdır.”
Temel olarak bir mobilyanın sadece ilk parçasının mükemmel olarak, zımparalanmış, pırıl pırıl cilalanmış, vs. olarak bitirilmesini, bir parçanın devamı olarak üretilen diğer ürünler için, bu kadar çok emek ve malzeme harcamamak gerektiğini söylüyor. Galiba…

Ben de böyle düşünüyorum o günden beri. Yani o “ilk” parça, işin orijinali ve tasarımcının aklındaki… Diğerleri ise onun bir kopyası, dolayısıyla sadece atıfta bulunmaları yeterli. Bana kalırsa öyle. Veya son kullanıcı daha iyisi için emek versin, zımparalasın cilalasın falan. Yeter ki ürün her anlamda sağlam bir temelden geliyor olsun.

Öte yandan meşhuuur Charles Eames ise, en ikonik tasarımları (eşi ve ortağı Ray’in katkılarının o dönemde göz ardı edildiği söylenir…) Lounger Chair hakkında ki bir söyleşide, bence gene doğru ama konuya başka bir açıdan yaklaşmış; “Benim düşündüğüm detaylar, malzemeler tıpa tıp aynı şekilde yapıldığı takdirde, ürünün kopya olup olmaması beni çok ilgilendirmiyor.”

Tasarım üretim haklarına sahip olan dev firmalar ise hiç böyle düşünmüyor. Onların düşüncelerini tartışmak da ileriki zamanlarda güzel bir konu olabilir.

En nihayetinde, atlaya zıplaya kısa bir özet tadında girizgâh yaparak güncel tasarımlara gelmek ve orada kalmak.

Peeh! Daha 1900’lü yıllar… Amma değişmiş işler…

Kısaca, W. Morris ve arkadaşları, sanayileşmeye bir tepki olarak el-işçiğini ama bu işi yapan insanların işin vereceği hazdan kopmayacak şekilde çalışmalarını, doğal malzeme kullanımını, sağlamlığı ve sadeliği öne çıkaran bir anlayışın daha doğru olduğunu savunmuşlar, görünen o ki naçar kalmışlar…

Gerçi özellikle tekstil ürünlerine motif tasarlayan W. Morris’in işlerine bakınca, “Hımm, demek o zamanlar için bu yalın bir yaklaşım olarak kabul ediliyormuş!” diyorum.

Güzel aslında…

Bana fazla… 🙂

Sonuç olarak, tasarım dünyası her zaman heyecan verici ve tartışmaya açık bir alan olarak kalacak gibi görünüyor. Her bir eserin arkasındaki hikayeleri ve felsefeleri anlamak, bu dünyanın derinliklerine doğru keyifli bir yolculuk sunuyor.
Bu Sanat ve Zanaat Akımı ile eş zamanlı veya hemen ardından ortaya çıkan şahane örnekleri olan Art Nouveau ve Art Deco etkisi, tasarım dünyasında derin izler bırakmış. Gelecek yazıda, bu etkileyici akımların detaylarına ve günümüz tasarımına olan miraslarına daha yakından bakacağız. Tasarımın tarihindeki bu önemli kilometre taşlarını keşfetmek, ilham dolu bir yolculuk olacak.

Takipte kalın!

Sepet
Start typing to see products you are looking for.
Mağaza
Favoriler
Hesabım